Dinde taassup ne demek ?

Onur

New member
Dinde Taassup: İnançların Ardında Gizli Kapanan Bir Dünya

Merhaba sevgili forumdaşlar,

Bugün sizlere, belki de hepimizin hayatında bir şekilde yer etmiş ama çoğu zaman derinlemesine anlamadığımız bir kavramdan bahsetmek istiyorum: "Dinde taassup." Bu terimi her zaman duyuyoruz ama gerçekten ne anlama geliyor? Taassup, çoğu zaman bağnazlıkla ilişkilendirilir, ama acaba sadece bununla mı sınırlıdır? İnançlarımıza ve başkalarının inançlarına bakış açımızı nasıl etkiler? İşte bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışacağım bir hikaye var. Biraz düşünelim, biraz hissedelim.

İşte "Dinde Taassup" hakkında bir hikaye... Bu hikaye, belki de hepimizin bir şekilde tanıdığı bir dünyayı yansıtacak.

---

**Bir Kasaba ve Bir Aşk**

Bursa'nın küçük bir kasabasında, her şey sıradan bir şekilde akıyordu. Herkes birbirini tanır, sokaklar akşam ezanıyla çınlardı. İnsanlar, hayatlarını adeta gelenekler içinde yaşarlardı. Birbirlerini çok iyi tanımalarına rağmen, bazen işte o "farklılıklar" yüzünden sessiz çatışmalar yaşanırdı. Tıpkı Fikret ile Elif'in hikayesinde olduğu gibi.

Fikret, kasabanın en saygın esnafının oğluydu. Babasının dükkânında çalışarak büyümüştü ve ailesinin inançları onun hayatındaki her şeydi. Dini kurallara ve geleneklere son derece sıkı bağlıydı. Her şeyin bir yeri, zamanı ve şekli vardı; ve inanç, bu düzenin ortasında bir taş gibiydi. Ailesinin sıkı dini kuralları, Fikret’in dünyasında da inançların katı bir şekilde yaşanmasını gerektiriyordu. O, her sabah namazını kılarken, cuma namazına katılırken, her öğünde "helal" yemekleri yemeye özen gösterirdi. Fikret, doğruluğun ve sadakatin kurallarına inanıyordu.

Bir gün, kasabaya yeni birisi geldi: Elif. Elif, kasabaya dışarıdan gelen, modern yaşam tarzını benimsemiş bir kadındı. Şehirde bir üniversite okumuş, farklı bir dünyaya açılmıştı. Kendisini kasabada bir tür "misafir" gibi hissediyordu. Ancak kasabaya geldiği ilk günden itibaren, Elif’in hayatı, kendi inançlarıyla büyütülen kasaba halkı tarafından sorgulanıyordu.

Fikret ve Elif bir şekilde tanıştılar. İlk başta, Fikret Elif’in yaşam tarzına mesafeli durmuştu. Kendi inançlarının, Elif’in değerleriyle uyumsuz olduğunu düşünüyordu. Elif ise kasabanın bu katı inanç sistemini anlamaya çalışıyordu ama bir türlü içindeki huzursuzluğu bir kenara bırakamıyordu. Bir gün, Elif Fikret’i daha yakından tanımaya karar verdi ve ona, "Dini kurallar seni neden bu kadar bağlıyor?" diye sormaktan kendini alıkoyamadı.

Fikret cevap verdi: "Benim için doğru olan bu. Ailemden öğrendiğim değerler, hayatımın temeli. İnançlarımızın en iyi şekilde yaşanması gerektiğine inanıyorum."

Elif, Fikret'in bu cevabını anlamak istese de, ona şöyle yanıt verdi: "Ama inançları bir tek doğruymuş gibi görmek, her zaman doğru mudur? Belki başkalarının farklı inançları da değerli olabilir, değil mi?"

Fikret, Elif'in söylediklerine pek sıcak bakmadı. İçindeki taassup, Elif’in farklı bakış açısına karşı bir engel oluşturuyordu. Ona göre, doğru olan tek bir yol vardı ve o da kendisinin yaşadığı yoldu.

---

**Fikret ve Elif'in Arasındaki Çatışma**

Zaman geçtikçe, Elif ve Fikret arasındaki çatışma daha belirgin hale geldi. Fikret, her geçen gün Elif’in düşüncelerinin kendisini sarsmasına izin verdi. Elif’in, farklı bir inanç ve yaşam biçimiyle dünyaya bakışı, Fikret’in içinde derin bir kafa karışıklığına yol açıyordu. "Gerçekten sadece bir yol mu var?" diye düşünmeye başladı. Ama yine de, Fikret’in kalbinde, bir şekilde Elif’in düşündükleriyle uyuşamayan bir şey vardı. Çünkü toplumda, ailesinde ve çevresinde, sadece kendi inançlarının doğru olduğu öğretilmişti.

Bir akşam, kasabanın meydanında toplanan kalabalığın arasında, Elif ve Fikret tekrar karşılaştılar. Elif, kalabalığın biraz daha dışında, yalnız başına yürüyordu. Fikret, Elif’in yanına yaklaşıp, "Neden hep farklısın? Bizi ve değerlerimizi yargılıyorsun gibi hissediyorum," dedi.

Elif, sakin bir şekilde cevap verdi: "Ben, sadece kendi düşüncelerimi paylaşıyorum. Bu, kimseyi yargılamak anlamına gelmiyor. Benim için önemli olan, herkese aynı saygıyı gösterebilmek. İnançlarımız farklı olabilir, ama bu, birbirimize değer vermemizi engellemez."

Fikret bu yanıtı anlamasa da, Elif’in empatik yaklaşımı, içinde bir yerlerde sanki bir şeylerin doğru gitmediğini hissettirmeye başladı. Bu sözler, Fikret’in katı inançlarının ötesinde, başka bir dünyaya açılan küçük bir kapı gibi görünüyordu. Ama o kapıyı açmak, Fikret için çok zor bir şeydi.

---

**Taassup ve Empati: Birbirini Anlamak Zorundayız**

Zeynep, erkeklerin çözüm odaklı ve stratejik yaklaşımını, Fikret’in örneğinde görmekteydi. Fikret, inançlarının doğruluğuna inandığı için, başkalarının inançlarına mesafeli duruyordu. Bu, aslında bir "çözüm arayışı"ydı; sadece kendisinin doğru olduğuna inanıyordu.

Ama Elif, kadının empatik ve ilişkisel yaklaşımını temsil ediyordu. Elif, karşısındakinin dünyasına saygı göstererek, aynı zamanda farklılıkların önemini vurguluyordu. Empatiyle yaklaşmak, karşısındaki kişiyi anlamaya çalışmak, aslında onu değiştirmektense, ona kendi içindeki huzuru bulmasını sağlamak demekti.

Ve bu hikaye, tam burada bir soruya çıkıyor: Dinde taassup, bizi başkalarından uzaklaştırırken, empati ve anlayış bizim doğruyu bulmamıza yardımcı olabilir mi? Başkalarının farklı inançlarına saygı göstererek, kendi inançlarımızı daha sağlam tutabilir miyiz?

---

**Siz Ne Düşünüyorsunuz?**

Hikaye üzerine düşüncelerinizi merak ediyorum. Dinde taassup, sadece bir insanın katı inançlarına olan bağlılığı mı, yoksa başkalarına duyarsızlık ve hoşgörüsüzlük mü demek? Çevremizdeki farklı inançlar, bizi birbirimizden uzaklaştırmak mı yoksa daha iyi bir anlayışa mı yönlendiriyor?
 
Üst